12 Ağustos 2025, Salı
14:56

Sokakları tertipli, insanı sakin, “aile kenti” deriz. Ama bu sakinlik, meğer sadece vitrindeymiş. Son haftalarda yaşanan aile içi şiddet ve cinnet vakaları, şehrin sessizliğinin altında nasıl bir basınç biriktiğini suratımıza çarptı.

Kayseri…

Boşanma sürecinde eşini öldüren mi dersiniz, işsizlik yüzünden evini kan gölüne çeviren mi… Üç olay, üç aile, onlarca hayat karardı. Her seferinde aynı sözler:

“Çok sakin insandı.”

“Hiç beklemezdik.”

“Ne oldu da böyle yaptı?”

 

Ben söyleyeyim: Olduğu buydu!

Yıllarca biriktirilen öfke, yok sayılan psikolojik sorunlar, geçim sıkıntısının ezdiği haysiyet ve herkesin birbirine yabancılaştığı evler.

Kayseri’de bir evin içinde neler olup bittiğini kimse bilmiyor. Komşuluk öldü. Kapılar kapalı, perdeler sıkı çekili. İnsanlar birbirinin yüzüne bakmıyor. Herkes kendi derdine gömülmüş, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” kolaycılığında. Ama o yılan bir gün kapınızı da çalar, bunu anlamıyoruz.

Türkiye’nin dört bir yanında tablo aynı. Cinnet anlık değildir, bir süreçtir. Önce saygı biter, sonra sevgi, sonra iletişim… En sonunda geriye birer suskun bomba kalır. Tetikleyici bir söz, bir fatura, bir kıskançlık… ve patlama!

 

Psikolojik destek hâlâ “ayıp” sayılıyor. Oysa kırılan ruh, kırık koldan daha tehlikelidir. Kolu alçıya alırsın, ruhu neyle saracaksın? Geçer diye üstünü örtmekle mi? Geçmiyor! O kırık ruh, önce sahibini, sonra en yakındakileri yok ediyor.

Kayseri’deki bu olaylar sadece “asayiş” haberi değildir. Bunlar, toplumsal çürümenin, ilgisizliğin, duyarsızlığın kanlı faturasıdır. Ve biz hâlâ “çok şükür bizim evde yok” rahatlığıyla uyuyoruz.

Uyanın!

Çünkü bu şehir, bu ülke, sessiz sessiz cinnetin eşiğinde duruyor. Ve yarınki manşet, sizin kapınızdan çıkabilir.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ