Tabletin ekranında sanal bir koşu, bir zamanlar asfaltta top koşturmanın yerini aldı. Dijital oyunların hızlı tıklamaları, saklambaçtaki kalp çarpıntısının heyecanını unutturdu. Bir çocuk, artık “ebe” olmayı değil, “level atlamayı” biliyor. Oyunlar değişti, ama asıl kaybolan şey oyunun kendisi değil, hayatın içindeki o dokunuş, o paylaşım, o gerçek temas oldu.
Sokaklar sadece araçların değil, korkuların da işgali altında. Anne babalar çocuklarını dışarı salmaya çekiniyor; güven duygusu yitirildi. Peki, çocuk güvenlik adına hapsedildiğinde, aslında başka neyi kaybediyor? Belki de en önemli şeyi: çocukluğunu.
Oysa çocukluk, cam bir fanusun içinde büyüyemez. Çocuk, kirlenmeden öğrenemez; düşmeden kalkamaz, kaybolmadan yolu bulamaz. Bizim sokaklarda öğrendiğimiz dayanışmayı, dostluğu, paylaşmayı; bugünün çocukları tabletin soğuk ışığında bulabilir mi?
Belki de asıl sorun, sadece sokakların boşalması değil; ruhumuzun da boşalmasıdır. Çünkü sokak sesi, hayatın sesidir. Çocukların kahkahaları kesildikçe, aslında şehirlerimiz biraz daha yaşlanıyor.
Belki de bugün bize düşen, o sesi yeniden hatırlatmaktır. Çocuklarımızın özgürlüğünü koruyacak güvenli alanlar yaratmak, onları sanal alemde değil, gerçek hayatta büyütmek…
Çünkü çocuk sokakta özgürce koştuğu kadar büyür; evinde sustuğu kadar küçülür.